ama yaşamak her şeye rağmen güzeldir. hüzünlere çizik çekerek özlemlere kucak açarak sevileni özlemek sevdiğini beklemek ne güzel bir duygudur ankara mine
Tamam, bizler o kadar da "eskiler" den değiliz akıp giden zamanı, değişen mekânı anlatacak denli. Ancak o kadar da "yeni" değiliz. 70'li yıllarda bebek, 80'li yıllarda çocuk, 90'lı yıllarda genç olanlar zamana, mekâna ve içindekilere dair neye şahit olduysa biz de onlara tanık olduk.
Yani, Ahmet Kızılışık'ın kolonlarının kenarında beyaz renkli, majiskül ve düşey olarak "Unutursun diye çok korkuyorum." yazısının yazdığı...
Pastacı Murat'ın işleri, oğullarına henüz devretmediği...
Belediye Kültürevi'nin yerinde Belediye Başkanlığı, altındaki kahvehanenin -kıraathanenin- de Halk Bankası olduğu...
"Han"ın önünde, otantik bir figür olarak sergilenen tarihî topun, ramazan topu olarak İHL'nin arkasındaki kayalıklardan atıldığı...
Hamam'ın çalıştığı... 23 Nisan ve Cumhuriyet Bayramlarının "çarşı"da kutlandığı... Beyaz şallı, örtülü kadınların kayalardan bayram izlediği... Uzun, siyah ve en güzel "çekirdek"in "Koçak'ın dükkanı"nda satıldığı...
Yıkılan, yapılan Halk Bankası'nın eski binası önünde Caterpillar dozerin, onun karşısında da "han"ın önünde turuncu renkli Mercedes arazözün çürümeye terkedildiği...
Kenan Evren'in, Taksan açılışı dönüşünde aracının önünde kurban kesilmek suretiyle ancak durdurulunca "lokanta"nın orada kısa bir selamlama konuşması yapmak zorunda kaldığı...
Ramazanın yaz, yazın en güzel olduğu yıllarda, "çarşı"daki çay bahçesinde iftar sonrası, Raksotek videolarıyla televizyondan açık hava sineması yapıldığı...
"Fuar"a gitmenin, şimdilerde Disneyland'e gidebilmekten daha büyük bir piyango olduğu...
Çavdarlar Petrol'ün yanındaki "lokanta"nın geçirdiği yangına rağmen çalıştığı; Meram Seyahat'in molalarını burada verdiği; dökülen yemeklerin ağır kokusunun yoldan geçenlere burun tıkattığı...
Dört tekerli el arabalarıyla taşımacılık yapan insanların olduğu...
İnzibat tipi üniforması ve kalabalık kadrosuyla, geldiğini bir kaç kilometre öteden belli eden "İmam Hatip" bandosunun, aynı zamanda 'tören bandosu' görevi yaptığı...
Karakoyunluspor'un hep şampiyon olduğu futbol turnuvalarında Taçspor adlı bir takımın da yer aldığı...
Şevket Mavi'nin (Tosbağacı) sarı/turuncu renkli otobüsünü henüz değiştirmediği...
'Fırıncı Şaben'in şimdi yerinde kavşak/yol geçişi olan fırınının çalıştıdığı...
103 Evler'in inşaat, Yeşil Cami'ninse gelincik tarlası olduğu...
Foto Metin'in dükkanının/stüdyosunun Bulgurcu'da bulunduğu... 50 cc hacimli motoruyla Puch'ların rampada pedal yardımı istediği... Beden Eğitimi Öğretmeni Osman Zengin'i sadece bayramlarda giydiği beyaz, spor takımının daha da karizmatik yaptığı... Arkadaşlarının, topa düzgün vuramayan çocuklarla "doğru Çelebi'ye!" diyerek dalga geçtiği... Kayseri'de Mimar Sinan Parkı'nın bulunduğu yerde, eski evlerin arasındaki duraktan otobüslere binildiği... Belediye Başkanlığı'nın yerinde sıra sıra manav dükkanları olduğu...
Sıradan bir moda, yaşam dergisi olan "Elele"yi, kütüphanede okumanın "cesaret" istediği... "Teri Osman"ın "eşek arabası"yla su taşıdığı...
Atatürk İlkokulu'nun "Sanat Okulu"nun ek binasında eğitim öğretim yaptığı; çocukların çok sevdiği "Mahmut Dayı"nın sınıflara teneffüs arasında temizlik ve sobaya kömür atmak için geldiğinde, '62'den tavşan yapıp süpürgesini bağlama gibi çalarak türkü söylediği...
"Cemal Ağa"nın bakkalının "Müceddet"in apartmanının giriş katında olduğu...
Mezbahane'nin şimdi parka dönüşen "eski mezarlık"ın içinde olduğu; yanında da bir artezyen kuyusunun bulunduğu...
Had safhada olan su sıkıntısı nedeniyle, bahçe sulayanları tespit için zabıtaların devriye gezip ceza yazdığı...
Bir mesire alanı olan "istasyon"a pikniğe gidildiği...
Çinkur'un madeninin katar misali dizili kamyonlarla Yahyalı'dan geldiği...
Garipsu fabrikasının, Halk Eğitim Merkezi tiyatro salonundaki sahne üstünde "illüstrasyon" logosunun bulunduğu...
Okulların mezuniyet törenleri için piyes düzenlediği; İmam Hatip'in sahnelediği bir piyese "Ömer'in adaleti" adını verdiği...
Çok sayıda kasap dükkanının olduğu...
Devlet Hastanesi binasının kısa süreliğine hapishane yapıldığı... "Doktor Tayir"in, şimdiki "Belediye Kültürevi" binasına "Özel İncesu Kızılören Polikliniği" açtığı...
Otomobilin sadece bir kaç kişide bulunduğu...
Foto Ufuk'un tüm okul müsamerelerinde bir ayağını yana atarak "aşkı kim icat etti, bir bilene soralım" şarkısını söylediği... Doğu/Güneydoğu'dan ilk gelen kişinin, istasyondaki ahırlarda bakıcılık yapan "..?.." (bu ismi hatırlayamadık işte!) olduğu...
Okullarda yumurta, fındık, kuruüzüm gibi yiyeceklerin dağıtıldığı...
19 Mayıs'ın eski adliye/hükümet binasının arkasında, Atatürk İlkokulu'nun yerindeki "top sahası"nda kutlandığı; kimi zaman da sağnak yağışlar nedeniyle kutlamaların ertelendiği... Belediye başkanının makam arabasının tavanı deri kaplamalı, kahverengi Ford 20M olduğu...
Tüm çocukları, "Sağlıkçı Çalap"ın sünnet ettiği... "Zevk'in apartmanı"nın altındaki kayalıkta -inde- bir ailenin yaşadığı...
Sığırın "çarşı"nın ortasından geçip gittiği...
Barajın "U" düzlüğü içinde kalan yerin çok güzel, derin ve ağaçlı bir piknik alanı olduğu...
Mehmet Karavelioğlu'nun öğretmenliğe devam ettiği...
Bayramlarda kılıç kalkan ekibiyle gösteri yapan Veli Karataş'ın 2. Belediye İş Hanı'nın yerinde tuhafiye mağazasının, biraz daha ilerde ise Mehmet Sarı'nın kaldırımdan bir iki basamakla çıkılan Okutan Kırtasiye'sinin olduğu...
Tahir Cemiloğlu'nun eczanesinin vitrinindeki levhada her daim, "bu gece nöbetçi eczane İncesu Eczanesi" yazdığı...
Karamustafapaşa İlkokulu'nun en popüler okul olarak bilindiği...
Her evden "tak tuk" halı dokuma seslerinin yükseldiği; bir çok "halıcı" dükkanının bulunduğu...
Kamyonların satılıp yeni yeni "şahıs" otobüsü alınmaya başlandığı...
"Balıkçı"nın üç tekerli, önden sepetli bisikletiyle ot biçmeye gittiği...
Belediye otobüslerinde muavinlerin bilet sattığı...
Kayseri'den gelen motorlu, üç tekerli dondurma arabasının sesini duyup zamanında yetişti yetişti, yetişemedi bir dahaki gelişe kadar çocukların dondurmasız kaldığı...
Akşam üzerleri, Taksan işçilerini taşıyan onlarca 0302 otobüsün arka arkaya gittiği... Soba tutuşturmak için lokantanın yanındaki Petrol Ofisi'nden gaz alındığı...
"Ulu Cami"nin kubbesindeki leylek yuvasında leyleklerin olduğu... Teneke kabinli, mavi Ford traktörle çöp toplandığı...
Çocukların karpit patlatıp avladığı serçeyi -bir kahraman avcı edasıyla- beline astığı...
Ayakkabıcı Ömer'den beyaz ve en çok da kahverengi Mekap alındığı... Kayseri ve Civarı Elektrik A.Ş. binasının yerinde bulunan "Ziraat" ile "Özel İdare"nin arasında kalan boşlukta Yüksel'in sarı renkli, teneke büfesinin olduğu...
"Haydar'ın bayırı"nın insanlara sanki daha dik ve uzun geldiği...
Çok uzakta bile görülse, koşup yanına gelinerek öğretmenlere tekmil vaziyetinde selam verildiği... Osman Şahin'in apartman diktiği yerlerin karşısında, çocuk oyun parkı niyetine ahşap bir kamyon kasasının bulunduğu... PTT'de "normal", "acele", "yıldırım" şeklinde arama tercihlerine göre telefon kabinlerinin olduğu...
İğnesi yüzlerce kişiye vurulmaktan körleşmiş, cam enjektörün dezenfeksiyon için sıcak suda kaynatıldığı... Kış sabahları, "Sanat Okulu"nun kalorifer dumanının tüm mahalleyi dumana boğduğu... Akşam ziyaretleri için, eski mahallelerin yeterince aydınlatılmamış sokaklarında kullanmak üzere mutlaka bir "el feneri" bulundurulduğu...
Televizyonun tek kanalda, haftaiçi 19.00'da, haftasonunda cumartesi günleri 17.00'de, pazar günleri 13.00'te yayına başladığı; buna rağmen "TV'de 7 Gong" adlı bir televizyon-magazin dergisinin olduğu...
Yeşil Cami henüz yapılmadığından çocukların "yaz kuran kursu" için 'taa' "Ulu Cami"ye gittiği...
"Coruk'un Ali"nin kullandığı tenteli Jeep Willy'yle sağlık ocağı ekibinin aşı kampanyası için okullara baskın yaptığı... İftara "yumurtalı" yaptırmak için yaz sıcağına rağmen fırınların içinde, önünde uzun kuyrukların oluştuğu...
Buharlı -son- trenin, istasyonda kazanına tonlarca su doldurduğu...
Tekke'ye odun, dağa keven için gidildiği...
7'den 77'ye herkesin birbirini tanıdığı...
Ailece, komşulara akşam gezmelerinin yapıldığı...
Kapı önlerindeki gölgelerde öbek öbek komşu teyzelerin oturduğu... Çocukların nereden duyarlar, ne zaman öğrenirler bilinmez farklı farklı tekerlemelerle oyun oynadığı...
Karpuzun karpuz, domatesin domates, salatalığın salatalık, biberin biber koktuğu...
Kışların kış, yazların yaz, baharların bahar olduğu zamanlar, mekânlar, insanlar ve içindekilerdi.
Evet bizler, kendi zaman ve mekânımıza yukarıda daha da uzatılabilecek örneklerdeki gibi şahit olduk ama bu, daha "eskiler"in ve daha "yeniler"in tanıklığını da hiç merak etmiyoruz, anlamına gelmez.
Bizleri de -dondurduğunuz karelerle- o yıllara, o yerlere (fotoğraf yanında yazılı ve sözlü de olabilir) götürür müsünüz?
Adını içinden geçen "ince" bir "su"dan alan, Faruk Nafiz Çamlıbel'in "Han Duvarları" şiirinin yazıldığı yer. Kayseri'nin 5 merkez ilçesinden biri.
İNCESU NEREDE?
İncesu, İç Anadolu bölgesinin Orta Kızılırmak bölümünde, Kayseri’nin güneybatısında, Kayseri – Niğde - Adana devlet karayolunun 30. Km, Kayseri - Avanos - Nevşehir yolununsa 24. Km'sinde.
DESTEKLEYENLER:
Kayseriden.biz Birleşmiş Fikirler / Bf [Fikir Tasarım Atölyesi] Foto Ufuk Foto Metin
yağız atlar kişnedi, meşin kırbaç şakladı bir dakika araba yerinde durakladı neden sonra sarsıldı altımda demir yaylar, gözlerimin önünden geçti kervansaraylar... gidiyorum, gurbeti gönlümle duya duya, ulukışla yolundan orta anadolu'ya ilk sevgiye benzeyen ilk acı, ilk ayrılık! yüreğimin yaktığı ateşle hava ılık, gök sarı, toprak sarı, çıplak ağaçlar sarı... arkada zincirlenen yüksek toros dağları, önde uzun bir kışın soldurduğu etekler ,sonra dönen, dönerken inleyen tekerlekler...
ellerim takılırken rüzgarların saçına asıldı arabamız bir dağın yamacına, her tarafta yükseklik, her tarafta ıssızlık, yalnız arabacının dudağında bir ıslık bu ıslakla uzayan, dönen kıvrılan yollar, uykuya varmış gibi görünen yılan yollar. başını kaldırarak boşluğu dinliyordu. gökler bulutlanıyor, rüzgâr serinliyordu. serpilmeye başladı bir rüzgâr ince ince, son yokuş noktasından düzlüğe çevrilince nihayetsiz bir ova ağarttı benzimizi yollar bir şerit gibi ufka bağladı bizi gurbet beni muttasıl çekiyordu kendine yol, hep yol, daima yol... bitmiyor düzlük yine. ne civarda bir köy var, ne bir evin hayali sonunda ademdir diyor insana yolun hali, arasıra geçiyor bir atlı, iki yayan bozuk düzen taşların üstünde tıkırdayan tekerlekler yollara bir şeyler anlatıyor, uzun yollar bu sesten silkinerek yatıyor... kendimi kaptırarak tekerleğin sesine uzanmış kalmışım yaylının şiltesine.
bir sarsıntı... uyandım uzun süren uykudan; geçiyordu araba yola benzer bir sudan karşıda hisar gibi niğde yükseliyordu, sağ taraftan çıngırak sesleri geliyordu; agır agır önümden geçti deve kervanı, bir kenarda göründü beldenin viran hanı. alaca bir karanlık sarmadayken her yeri atlarımız çözüldü, girdik handan içeri. bir deva bulmak için bağrındaki yaraya toplanmıştı garipler şimdi kervansaraya. bir noktada birleşmiş vatanın dört bucağı gurbet çeken gönüller kuşatmıştı ocağı, bir pırıltı gördü mü gözler hemen dalıyor, göğüsler çekilerek nefesler daralıyor, şişesi is bağlamış bir lambanın ışığı heryüzü çiziyordu bir hüzün kırışığı, gitgide birer ayet gibi derinleştiler yüzlerdeki çizgiler, gözlerdeki çizgiler... yatağımın yanında esmer bir duvar vardı, üstünde yazılarla hatlar karışmışlardı; fani bir iz bırakmış burda yatmışsa kimler, aygın baygın maniler, açık saçık resimler...
uykuya varmak için bu hazin günde, erken, kapanmayan gözlerim duvarlarda gezerken birdenbire kıpkızıl birkaç satırla yandı; bu dört mısra değil, sanki dört damla kandı ben garip çizgilere uğraşırken başbaşa raslamıştım duvarda bir şair arkadaşa;
"on yıl ayrıyım kınadağı'ndan baba ocağından yar kucağından bir çiçek dermeden sevgi bağından huduttan hududa atılmışım ben"
altında da bir tarih. sekiz mart otuz yedi... gözüm imza yerinde başka ad görmedi artık bahtın açıktır, uzun etme arkadaş! ne hudut kaldı bugün, ne askerlik, ne savaş; araya gitti diye içlenme baharına, huduttan götürdüğün şan yetişir yarına!
ertesi gün başladı gün doğmadan yolculuk soğuk bir mart sabahı... buz tutuyor her soluk ufku tutuşturmadan fecrin ilk alevleri arkamızda kalıyor şehrin kenar evleri bulutların ardında gün yanmadan sönüyor, höyükler bir dağ gibi uzaktan görünüyor... yanımızdan geçiyor ağır ağır kervanlar, bir derebeyi gibi kurulmuş eski hanlar biz bu sonsuz yollarda varıyoruz, gitgide, iki dağ ortasında boğulan bir geçide sıkı bir poyraz beni titretirken içimden geçidi atlayınca şaşırdım sevincimden ardımda kalan yerler anlaşırken baharla önümüzdeki arazi örtülü şimdi karla bu geçit sanki yazdan kışı ayırıyordu burada son fırtına son dalı kırıyordu yaylımız tükenirken yolları aynı hızla savrulmaya başladı karlar etrafımızda karlar etrafı beyaz bir karanlığa gömdü; kar değil, gökyüzünden yağan beyaz ölümdü... gönlümde can verirken köye varmak emeli arabacı haykırdı "işte araplıbeli!" tanrı yardımcı olsun gayrı yolda kalana biz menzile vararak atları çektik hana.
bizden evvel buraya inen üç dört arkadaş kurmuştular tutuşan ocağa karşı bağdaş çıtırdayan çalılar dört cana can katıyor kimi haydut kimi kurt masalı anlatıyor gözlerime çökerken ağır uyku sisleri çiçekliyor duvarı ocağın akisleri bu akisle duvarda çizgiler beliriyor, kalbime ateş gibi şu satırlar giriyor:
"gönlümü çekse de yarin hayali asmaya kudretim yetmez cibali yolcuyum bir kuru yaprak misali rüzgarın önüne katılmışım ben"
sabahleyin gökyüzü parlak, ufuk açıktı güneşli bir havada yaylımız yola çıktı bu gurbetten gurbete giden yolun üstünde ben üç mevsim değişmiş görüyordum üç günde uzun bir yolculuktan sonra incesu'daydık bir han yorgun argın tatlı bir uykudaydık gün doğarken bir ölüm rüyasıyla uyandım başucumda gördüğüm şu satırlarla yandım!
"garibim namıma kerem diyorlar aslı'mı el almış haram diyorlar hastayım derdime verem diyorlar maraşlı şeyhoğlu satılmış'ım ben"
bir kitabe kokusu duyuluyor yazında korkarım yaya kaldın bu gurbet çıkmazında ey maraşlı şeyhoğlu, evliyalar adağı! bahtına lanet olsun aşmadıysan bu dağı! az değildir, varmadan senin gibi yurduna, post verenler yabanın hayduduna kurduna!
arabamız tutarken erciyes'in yolunu, "hancı, dedim, bildin mi maraşlı şeyhoğlu'nu?" gözleri uzun uzun burkuldu kaldı bende, dedi: "hana sağ indi ölü çıktı geçende!"
yaşaran gözlerimde her sey artık değişti bizim garip şeyhoğlu buradan geçmemişti... gönlümü maraşlı'nın yaktı kara haberi.
aradan yıllar geçti, işte o günden beri ne zaman yolda bir han raslasam irkilirim, çünkü sizde gizlenen dertleri ben bilirim ey köyleri hududa bağlayan yaslı yollar dönmeyen yolculara ağlayan yaslı yollar! ey garip çizgilerle dolu han duvarları, ey hanların gönlümü sızlatan duvarları!...
yollar bu adamın ayaklarını eskitememiş ama, yüreği yaralı,ayaklar yorgun,düşünceler perişan, hayat böyle acımasız dayanmak çok zooor!!!..
YanıtlaSilama yaşamak her şeye rağmen güzeldir. hüzünlere çizik çekerek özlemlere kucak açarak sevileni özlemek sevdiğini beklemek ne güzel bir duygudur ankara mine
YanıtlaSil